Metin YETKİN
Gilles Deleuze ve Félix Guattari’nin kaleme aldığı “Kafka: Minör Bir Edebiyat İçin”, Işık Ergüden’in çevirisiyle Sel Yayınları etiketiyle yeniden raflarda. Kitapta, bir azınlığın majör dilde yaptığı edebiyat olarak tanımlanan minör edebiyat Kafka özelinde irdelenmekte.
Eleştiri kuramının, yazara dönük, okura dönük ve metne dönük olmak üzere kabaca üç başlığı, bu başlıkların da pek çok alt başlığı vardır. Freud’la birlikte şekillenen psikanalitik eleştiri de önce yazara dönük sonra metne dönük bir seyir izlemiştir. Bu bağlamda Deleuze ve Guattari’nin “Kafka: Minör Bir Edebiyat İçin” adlı eseri rağbet gören klasik psikanalitik yorumlardan sıyrılarak dildeki heterojen kırılmalar üzerinde durmayı amaç edinerek metni ön plana koymuştur. “Psikanalizin hatası, oyuna gelmek ve bizi de oyuna getirmektir, çünkü psikanaliz, bütün artı değerini edindiği nevrozun meta değeriyle yaşar.” (s. 21) Kitapta Ödip bahsinde geçen bu cümle yazarların psikanalizden uzaklaştıkları noktayı belirtir. Zaten çoğu defa psikanalizin yetersiz olduğu savını ortaya koymaktan çekinmez yazarlar.
Bu gözlükle bakılınca, Kafka’da hem baba hem çocuk masumdur, Ödip trajediden sıyrılır, “komiğe varana dek” büyütülür ve trajedi değil, komedi olur. Böylece anne-baba-çocuk üçgeninin yanında babanın vekilleri olmayan, aksine babanın da itaat ettiği “hakimler, komiserler, bürokratlar” gibi iktidar temsillerinden oluşan farklı üçgenler yer alır. Bu ikililer ve üçlüler Kafka’nın dizilerini oluşturmaktadır. Aile ve hiyerarşi arasındaki bağı vurgulayarak “bürokratik ruhun doğrudan doğruya ailevi eğitimden kaynaklanan toplumsal bir erdem olduğunu söyler.” (s. 92) İkili ve üçlü şekilde oluşan ancak sürekli çoğalan bu hiyerarşi temsillerini yıkmak minör edebiyatın gayesidir. Minör edebiyat, bir azınlığın ustaların edebiyatından, ustaların dilinden sıyrılarak majör dilde yaptığı edebiyattır. Hedefi yeni bir dil yaratmak değil mevcut dilde devrim yapmaktır. Bu bağlamda, Kafka’nın Goethe hayranlığına rağmen tercih ettiği Prag Almancası “tuhaf minör kullanımlara uygun, yersizyurtsuzlaşmış bir dil” olarak tanımlanmakta. Zaten, aileden, sosyal çevreden başlayan ve siyasal alanda çoğalan dizilerle ilişkili bir kavram olup üç özelliği ön plana çıkar minör edebiyatın: İlki, dilin “yersizyurtsuzlaşma katsayısından her koşulda” etkilenmesi, ikincisi bireysel olan her şeyin siyasal düzleme geçmesi, üçüncüsü ise her şeyin kolektif değer taşımasıdır. Böylece Alman dilini “yapay olarak” zenginleştirme tarzını seçmemiştir Kafka. Aksine, “hızla diğer tarza yönelir, daha doğrusu onu icat eder.” Başka bir deyişle çığlık atmak için sözdizimine başvurur, çığlığa bir sözdizimi verir. Yani, üslup/üslupsuzluk meselesi ön planda olup üslubunda insanı odağına almaz. Küçük bir ulusun elindeki malzemeyi daha titizce işlediğini söyler. Tabiri caizse metaforu kasten öldürür. Yine bu sayede yoksul bir dili “yoğunlaştırır.”
Yazarlar bu noktalardan hareket ederek iki benzetme üzerinden Kafka eserlerinin içerik ve biçim özelliklerini açıklar:
“Eğik baş/Portre fotoğraf= ket vurulmuş arzu, itaat etmiş ya da itaat ettirici, etkisizleştirilmiş, en düşük düzeyde bağlantılı, çocukluk anısı, yerliyurtluluk ya da yeniden-yerliyurtlulaştırma.
Dik baş/müzikal ses= doğrulan ya da kaçan ve yeni bağlantılara açılan arzu, çocukluk bloku ya da hayvansal blok, yersizyurtsuzlaştırma.” (s. 12)
Sonraki sayfalarda Kafka’nın üslubu, hemhal olduğu edebi türler üzerinden açıklanmaktadır. Bunlar sırasıyla mektup, öykü ve roman türleridir. Mektup, Proust’ta olduğu gibi Kafka’da da yazarı kurmacaya hazırlayan bir unsur olarak belirir. Kafka mektuplarında sözcelem öznesiyle sözce öznesi ayrılmış, böylece bir ikilik ortaya çıkmıştır. Zira Kafka önce sözceler, sonra yazar. Başka bir deyişle onun metinlerinde içerik anlatım sayesinde oluşur. Mektuplarda aşk teması sıkça yer alır ancak Kafka’nın sevgiliyle bir araya gelmesi birtakım dış engeller yüzünden gerçekleşmez. Bu “engeller topografyası”nın müsebbibi yazarın ta kendisidir çünkü yazmak, onun için evlenmenin karşıtıdır. Başka bir deyişle söylersek aşk mektubu aşkın yerini almıştır. Zaten Kafka da mektuplardan büyülenen bir anlatım makinesidir. Mektupları emen bir vampir gibidir, edebiyatın Drakula’sıdır.
“Yalnızca iki şeyden korkar: Ailenin haçından ve evliliğin sarımsağından. Mektuplar ona kan getirmeli ve kan da yaratma gücü vermelidir. Ne kadından gelecek bir esini ne de anne himayesini arar, aradığı tek şey yazmak için gerekli fiziksel güçtür.” (s. 53)
Öykülere gelirsek, Kafka öykülerinde ön plana çıkan unsur hayvanlar olmuştur çünkü hayvan ya da hayvani öz metinlerinin kusursuz nesnesi olup bir kaçış çizgisi yaratır. Yani Kafka metinlerinde metafor ve alegori aramak beyhudedir. Hayvanın hayvan olduğu durumlar ile dönüşümün yaşandığı durumlar aslında birbirinden ayrılamaz çünkü hayvanın insan oluşu ve insanın hayvan-oluşu aynı kapıya çıkar. Bu durum, Kafka’nın yersizyurtsuzlaşmaya erişme çabasından doğar. Ancak ne hayvan ne de hayvan-oluş kendini kılamadan “moleküler çokluklara ve makinesel düzenlemelere yer açarak” çoğalırlar, bu da onları mektup türündeki işlevden ayırarak ifade makinesinin bir parçası haline getirir. Yazarlar, yine bu noktada bir soru işareti koyar: “Yine de hayvan oluş, öykünün kusursuz nesnesi ise, bu kez öykülerin yetersizliğini sorgulamak gerekir.” (s. 62)
Kafka’nın romanlarında ise hayvan nesnesi öykülerinde olduğu gibi ön planda değildir. Buradan hareketle yazarlar, “Kafka’nın bir roman tasarlamasını sağlayan ne?” diye sorarlar. Soruya verdikleri beş maddelik yanıtı özetlemek gerekirse, öncelikle Kafka’ya göre “yazarın insan değil, siyasal insan, makine insan, deneysel insan” olduğunu, metinlerdeki hayvan-oluş ya da insan dışı-oluşların da ses ve tarz ile vücut bulduğunu belirtelim. Buradan hareketle asıl mesele makineye girmek, makinenin bir parçası olmak, bu sayede makinenin bütünselliğini vurgulamak ancak bir kaçış çizgisine temas etmek, imlenen kaçış çizgisini de yine makineye dahil etmektir. Hayvan-oluş hakkında bir metin yeteri kadar makinesel belirteç taşıyorsa roman taslağı olarak düşünülebilir. Ancak Kafka bu metnin sonunu hazırlamak için hayvansal bir çıkış tasarlayabilirse romandan vazgeçer. Elde kalan roman taslağıdır, yazarın zihnindeki makinedir “çünkü saf bir makine, ne bir öyküyü ne de bir romanı biçimleyen ayrıntılı bir taslaktan ibarettir.” Öte yandan Kafka bu makineyi sökme ödevini de üstlenir:
“Yazı şu ikili işleve sahiptir: Her şeyi düzenlemelere çevirmek ve düzenlemeleri sökmek. İkisi aslında bir bütün oluşturur. Kafka’nın yapıtının tamamında, bir bakıma birbirinin içine geçmiş anları ayırt etmeye çalışmamızın nedeni budur: Önce makinesel belirteçler, sonra soyut makineler ve son olarak makine düzenlemeleri.” (s. 80)
Bu söküm, temsilin sökümüdür aslında çünkü makinenin özünde arzu ve içkinlik vardır. Adalet ve yasa kavramları üzerinden bakarsak arzu adalettir fakat yasa değildir. Oysa en küçük memurdan en yüksek rütbelisine kadar herkes adalete, yani bir arzuya hizmet eder, bu da içkinliktir. Adalet bir arzu olduğu için temsile müsaade etmez. “Adalet, hareketli ve her zaman yerinden edilen sınırlarıyla birlikte arzunun bu continuum’udur.” (s. 86) Zaten batı dillerinde “dava” ve “süreç” kelimeleri (proces-processus) bağlantılıdır. Nitekim Kafka da edebiyatı bir ayna gibi görmez, aksine ileri giden bir saat olarak görür. “Düzenleme olarak arzu makinenin çarklarıyla ve parçalarıyla, makinenin iktidarıyla tam olarak bir bütün oluşturur.” (s. 95) Arzunun mekanik düzenlemesinden doğan bu makine sökülmedikçe Kafka için toplumsal değildir. Metinlerinde yer alan mimari düzen dahi bu makineyi yansıtacak şekilde kurgulanmıştır çünkü “onun için de sorun, dili, mimariyi, bürokrasiyi ve kaçış çizgilerini kapsamaktır.”
Özetle, bir azınlığa mensup olarak Kafka majör edebiyata dahil olmayı reddetmiş, taklit edilemeyecek metinler kaleme almıştır. Metinlerinde bir makine olarak tasarladığı toplumsal hiyerarşinin bütün veçhelerini ayrıntılı bir biçimde yansıtmış, sonra da bu makineyi sökerek toplumsal hale getirmiştir. Kafka’nın asli meselesi var olanı ve gelmekte olanı anlatmaktır: Bir gelecek edebiyatıdır onunki. Yeni bir sözce, yeni bir düzenleme yaratmayı amaçlar. İlerleyen bir saat gibi olmak ister, halkı ilgilenen şeylere öykünen bir edebiyat tasarlar. Onun için “en kişisel edebi sözcelem, kolektif sözcelemin belirli bir halidir.” Bu da sadece minör edebiyat koşulları içinde gerçekleşebilir. Böylece Kafka bizi her daim düşündüren bir yazar olarak yer alır ve güncelliğini yitirmez.
“Faşist? Devrimci? Sosyalist? Kapitalist? Ya da ikisi aynı anda, en tiksinti verici ya da en şeytansı biçimde mi? Bilinmez, ancak tüm bu noktalar üzerinde ister istemez bir fikrimiz vardır, Kafka, bu fikirlere sahip olmayı bize öğretmiştir.” (s.140)
Kafka: Minör Bir Edebiyat İçin
Gilles Deleuze & Félix Guattari
Çev. Işık Ergüden
Sel Yayıncılık
2020
144 s.
Σχόλια