top of page

Erkeklere Anlatılmayı Bekleyen Öyküler



Nagihan KAHRAMAN






Erkeklere Her Şey Anlatılmaz, Buket Arbatlı'nın ilk kitabı. Notos, Öykü Gazetesi, Sözcükler dergilerinde ve Oggito sitesinde yayımlanan yazarın bu öyküleri Sel Yayıncılık tarafından okurlara sunuldu. "Eskisi Gibi Olabilecek miyiz Madam?", "Beautiful Tango","Aile Sofrası" isimli öyküleri yayımlanmış olanlardan bazıları. Kitap, ismini ise içindeki öykülerden birinin adından almış.



Buket Arbatlı, öykücü kimliğinin yanında yıllardır doktorluk yapmış ve halen yapmakta. Bu sayede, öykülerinde pek çok hastalık ismine ya da tıbbî terime rastlamak mümkün. Elbette hasta karakterlere de... Öyle ki "Samuray Atına Binip Gittiğinde" baştan sona hastane odasına geçen bir öykü. Öyküde kanser tedavisinde kullanılan bir ilacın ismi geçiyor. Bunun bir samuray ismi olduğunu uydurup kendilerince bir oyuna çeviriyorlar bu süreci. "Aile Sofrası"nda epilepsi hastası Süreyya Hanım'ı, "Ağaçların Dili"nde yatak yaralarından muzdarip Sumru'yu, "Yeryüzü İnsanları"nda ise eskiden saygın bir piyanist iken hastalanan İlker'i okuruz.


Öykülerde ana karakterler de anlatıcılar da çoğunlukla kadın. Birkaç öyküde odak noktası erkeklerde fakat o öykülerin de derinliklerinde göze çarpan bir kadın figürü var yine. Yaşlı, genç; hasta, sağlıklı yine de kentle bağı olan kadınlar karşılıyor okuru. Taşrada olsalar bile yolları bir şekilde kentten geçmiş, kalabalık şehirlerin tozu hala üzerlerinde. Öte yandan, hep birileri tarafından kırılmış, hor görülmüş Arbatlı'nın kadınları. Bu yüzden, dağılmış aileler, sorunlu anne-kız ilişkileri, zedelenmiş hayatlar üzerinde durulan meseleler. Genelde, anneler ya da babalar oğullarını kızlarına "tercih etmiş" olarak çıkıyor karşımıza. "Hayat Burada Bir Kalp Gibi Atar"da şöyle bir kısım göze çarpar:


"Bulduğu ilk fırsatta tuvaletin kapısını kilitleyip daha yeni klozete oturmuştu ki kapı vurulmuştu. Ben varım, demişti Karin. 'Çık kızım hadi, Alek girecek. Sıkışmış oğlan.' Annesi önünde olsa kafasına sabunluğu indirebilirdi, o denli kan sıçramıştı beynine. 'Çıkmıyorum anne, bekleyiversin oğlun iki dakika.' Ah annesi, ölüm döşeğinde bile Alek'i sayıklamış, başına toplananların yüzüne bakmamıştı."

"Beautiful Tango"da ise yine bir kız evlat hastaneye, babasının yanına koşmuştur:

" 'Hastaneye düşmesek geleceğin yoktu.' dedi adam gözlerini açarak. 'Haksızlık etme baba. Her gün arıyorum. Çok korkuttun bizi.' Oğlana haber vermemişlerdi, zaten yurdundan uzaktı, oralarda merakta kalmasına kimsenin gönlü razı gelmemişti."

Sorunlu anne-kız ilişkileri de vurgulanmış okuduğumuz metinlerde. Buket Arbatlı, "Yeryüzü İnsanları"nda annelerin kızlarını -yetişkin de olsalar dahi- kendi istedikleri gibi biri haline getirmeye çalıştıklarına değinir: "Annem konuşmaya hep nasılsın'la başlar ama verdiğim cevabı dinlediğini hatta duyduğunu bile sanmam. Yalnız bir keresinde sorusunu, boktan diye cevaplamıştım, küfrü duyuyormuş meğer, anlamış oldum. Anne refleksiyle bağırdı: Kızlar küfretmez." Metinlerin satır aralarında okunabilen bu meselelerin erkeklere karşı gardını almış kadınların vücut bulmasına da etkisi olmaktadır. Nitekim, kitaba adını veren "Erkeklere Her Şey Anlatılmaz"dakine benzer durumlar doğar. Bu konularda kendinden çok daha deneyimli olan yayası torunu Mina'ya şu öğüdü verir: "Olanlar Rafi'nin kulağına giderse,oğlum küçüktü, yanlış anladı dersin. Kocamdaetrafındakilerinsözünekandı. Bu kadar. Daha fazla değil. Erkeklere her şey anlatılmaz, yavrum. En sevdiğin erkek bile senin hasmın." Bu kısımda aslında sadece "el" olan bir erkek değil, kadının kendi öz oğlu bile bir erkek olması sebebiyle hasım ilan edilmiş çünkü kendilerince başka seçenekleri yok. Erkekleri karşısına almış başka bir örnek de "Abdullah Aşçı'yı Aramak"ta karşımıza çıkar. "Kadınların diğer kadınlar ve çocuklarla; erkeklerin ise kendi aralarında" yaşadığı bir dünyada, bu sefer çocuk yaşta bir torun okuduğu kitapta evliliğinde mutsuz olan bir kadının bir adama âşık olup dünyasının değiştiğinden anneannesine bahseder ve "Kadınlar tüm evliliklerde mutsuzdur,canım. Hepsi adam mı bulsun?" cevabını alır. Burada da erkekleri hasım olarak görmenin sessiz sedasız, onlarla birlikte kalma haline tanık oluyoruz. Bir nevî öğrenilmiş çaresizliktir bu. Çocuklar bu ortamın içine doğup büyümektedirler. Sonrası kısır döngü...


Buket Arbatlı'nın üslûbu da seçtiği konular kadar etkileyici. Ne anlatacağından, okuru neyle karşılaştıracağından emin bir yazar var karşımızda. Birçok öyküsü şu anda geçiyor gibi başlasa da iyi kullandığı geriye dönüş tekniği ile okuru alıp yıllar öncesine götürüyor, sonra da vurucu bir sonla tekrar şu ana getirip bırakıyor. Bir noktadan sonra, okur alışıyor bu anlatım tarzına. Öyküler genelde bir sona bağlanıyor. Deyimi yerindeyse, öyküleri kompozisyonu sonda, bütün halinde görüyor okur. Yine hakkını vererek kullandığı bir başka teknik de bilinç akışı. Olay örgüsü sürüp giderken araya sıkıştırılmış gibi duran cümleler karakterin zihninden geçen vurucu düşünceleri görmemizi sağlıyor. "Kızım, herkesin çayı bitti uyuma."diyor "Aile Sofrası"nda Nuran Hanım. "Gündüz düşü görüyorum anne. Ne var bir kere de yengem çayları doldursa. Yengesi kuş yuvasına benzeyen kabarık saçları bozulmasın diye lokmaları büyük bir dikkatle ağzına götürüyor." Öykülerde dikkat çeken bir başka nokta da yazarın imge kullanımı. Bazı karakterlerin öykü boyunca bağlı oldukları nesneler var. Bu nesneler hayatlarında bir şeylerin yerine geçmiş, özlem duyduklarını imgeler haline gelmişler. Bununla ilgili çarpıcı bir örneği, "Ağaçların Dili"nde görmek mümkün. Doğum yaparken ölen annesinden kızı Sumru'ya kalan "tahta at" otuz beş yaşına gelmesine rağmen daima onunla birlikte. Yürüyemediği için karşı balkondaki çifti izlemek ise Sumru'nun neredeyse tek eğlencesi. Karşıdaki kadın ise uçuşan elbiseleri, kırmızı rujuyla hayat dolu. Ancak bu durum, sonradan bir merak olmaktan çıkar, içten içe Sumru'nun sinirini bozmaya başlar. Karşıdaki kadının hamile olduğunu fark edince evindeki yardımcısına, tahta atını kadına armağan etmesini, aynı zamanda kadından da sulamayı hep unuttuğu, balkondaki "ortanca"yı istemesini söyler. Böylece kendi çocukluğu geride kalmış olur. Artık "dağlara tırmanan, ovaları aşan, sarı buğday tarlalarındaki köylülere el sallayan, buz gibi derelerde yüzen" kızdır o. Hasta ve annesiz çocukluğunu simgeleyen "tahta at"ın yerini, canlılığı ve hayatın devamlılığını simgeleyen "ortanca" almıştır.



Erkeklere Her Şey Anlatılmaz

Buket Arbatlı

Sel Yayıncılık

141 s.

20 TL


留言


bottom of page