top of page

Depresyona Politik Bir Bakış: "Depresyon: Toplumsal Bir His"


Müge GÜLMEZ








Cvetkovich de depresyonu kamusal ve bireysel yaşamlarımızın sosyal, psişik, duygusal ve politik nitelikteki bir yönünü açığa çıkaran bir olgu olarak görüyor. Bu bağlamda depresyonu sadece belirli bir azınlığın yaşadığı acınası bir deneyimden ziyade genel çoğunluğun zaman zaman deneyimleyebileceği olağan bir duygulanım olarak okumak, kişinin kurban psikolojisinden çıkarak duygularını ne yöne evirebileceği ve nasıl dönüştürebileceği üzerine düşünmemizi sağlayan bir bakış açısı sunuyor.


Ann Cvetkovich’in biyokimyasal bir hastalık olarak tanımlanan Batı depresyon modelinden ve depresyonun trajik bir hastalık olduğu savından uzaklaşarak depresyonun sosyal ve politik olarak yapılandırılmış bir duygu olduğu iddiasına doğru ilerlediği, Zeynep Ertan tarafından Türkçeye çevrilen “Depresyon, Toplumsal Bir His” isimli kitabı Sel Yayıncılık tarafından yayımlandı. Cvetkovich bu kitabında depresyonun ders kitabı tanımlarına veya terapi gibi standartlaştırılmış tedavilere kesin olarak bağlanamayacağını öne sürerek, depresyon veya kötü hissetme deneyimleri özelinde alternatif başa çıkma yöntemlerini de teşvik ediyor. Cvetkovich’in önerisi aynı zamanda umut ve hatta mutlulukla, daha iyi bir hayatın nasıl yaşanacağıyla ilgili de bir bakış açısı sunuyor. Kötü olarak adlandırılan duyguları örtbas etmek yerine kucaklayarak bu deneyimlerin, günlük pratiklerin, kültürel üretimin ve politik aktivizmin bir parçası olarak nasıl okunabileceğine ışık tutuyor.


Duygular, hisler, dürtüler ve benzeri kelimeler arasındaki ayrımın duygulanım teorisi alanında hararetle tartışılan meseleler olduğunun altı çizilmelidir. Duygulanım teorisine biraz uzak olanlar için kitaptaki bazı tartışmalar anlaşılmaz görünebilmekle beraber, yazarın otobiyografik anlatımı ve duygulara olan vurgusu bu eserin akademik yazında genel anlamda başarılamayan bir erişilebilirliğe sahip olmasını sağlamakta. Yazarın diğer akademisyenlerle birlikte yaptığı çalışmalara dayanan Toplumsal Hisler projesinde depresyon ve kötü hissetme deneyiminin nasıl ele alındığı şu şekilde ifade edilmektedir:


“Olumlu ve olumsuz hisler arasındaki ayrımları, bunların birbirinden ayrı olmadığını ya da mutluluğun veya keyfin, olumsuz hislerin yokluğu ya da ortadan kalkması demek olduğunu varsaymayacak şekilde ele alır. Örneğin depresyon, içine kapanma veya atalet gibi antisosyal biçimler alabilmekle birlikte aynı zamanda ister kendisine ifade fırsatı veren kamusal kültürlerde olsun ister melankoli konusunda da öne sürdüğü gibi yeni bağlanma veya ilişki türleri için temel görevini görsün, yeni sosyallik biçimleri de yaratabilir. Olumlu ve olumsuz duygulanımlar arasındaki ikili ayrımlar, bu tür isimlendirmelerin ancak kabaca yansıttığı niteliksel his nüanslarına adil davranmaz.” (s.20)


Yani iyi politikaların yalnızca iyi hislerden çıkabileceği görüşünden uzaklaşıp, kötü hissetmenin bazen aktivizm, sanatsal dışavurumlar ve iyi politikalar için en gerekli araçlardan biri olduğunu vurgular.


Kitap iki temel bölüm halinde sunulmaktadır. İlk bölüm Cvetkovich’in lisansüstü eğitiminin sonlarına doğru yaşadığı depresyonla ilgili deneyimini ve iş piyasasına giriş serüvenini ayrıntılarıyla anlattığı kişisel anılardan oluşuyor. Yazarın akademik kariyerinin gelişimiyle birlikte kendi duygusal dünyasında meydana gelen durgunluk, yalnızlık ve umutsuzluk deneyimlerine ve depresyonla kişisel mücadelesinin ve depresyon tedavisinin özel hikâyelerine tanıklık ediyoruz. Başarı baskısı, yaratıcı düşünme için alan arayışı, iş piyasasındaki rekabet, sosyal bilimlerin azalan ünü ve üniversitelerin kurumsallaşmasının, yaşadığı duygularla nasıl bağdaştığını açık bir şekilde anlatıyor. Kendi kötü hissetme deneyiminin “başarılı bir uzman olma, anlamlı bir işe sahip olma, iş ve sosyal hayatın çelişen taleplerini dengeleme ya da sermayenin hareketi dışında kalan bir benlik algısı biçiminde bir kişisel yaşama sahip olma baskısı” ile temellendiğini anlatıyor Cvetkovich (s.33).


Bununla birlikte yine bu bölümde Cvetkovich’in umutsuzluk anlarının dayandığı siyasi soruların yanında depresyona yönelik betimleyici yaklaşımının feminist çalışmalara sunduğu katkıyı gözlemleme şansını yakalıyoruz. Duyguları kültürel ve politik olarak ele alan queer ve feminist araştırmalardaki son çalışmalar gibi (Ahmed, 2004; Ngai, 2005; Love, 2007), Cvetkovich de depresyonu kamusal ve bireysel yaşamlarımızın sosyal, psişik, duygusal ve politik nitelikteki bir yönünü açığa çıkaran bir olgu olarak görüyor. Bu bağlamda depresyonu sadece belirli bir azınlığın yaşadığı acınası bir deneyimden ziyade genel çoğunluğun zaman zaman deneyimleyebileceği olağan bir duygulanım olarak okumak, kişinin kurban psikolojisinden çıkarak duygularını ne yöne evirebileceği ve nasıl dönüştürebileceği üzerine düşünmemizi sağlayan bir bakış açısı sunuyor. Aynı zamanda bu duygular üzerinden düşünmenin akademik ve sanatsal potansiyelini, anlaşılır politik veya sosyal ifadelere dönüştürülmesini gerektirmeden ciddiye alıyor. Kendini kötü hissetmenin veya depresyonun bireysel deneyimlere dayandığını da kabul ederken, yanlış veya eksik hissetmekten daha fazlası olarak tutmanın, bu duyguların temelinde yatan politik alanlara eleştirel bir şekilde girmemize olanak sağlayacağını öne sürüyor. Örneğin, bilimsel yazınların yanı sıra farklı yazma ve bilgi türlerinin de buradan ortaya çıkabileceğini ikinci bölümde açıkça görüyoruz.


Bu nedenle, kitabın ikinci bölümü, Cvetkovich’in çalışmalarının yaratıcı, akademik ve kişisel potansiyelinin ortaya çıktığı yer olarak nitelendirilebilir. Irksal adaletsizlik, yerinden edilme ve maneviyat üzerine yapılan analizler yoluyla Cvetkovich, depresyonu tıbbi veya kalıtsal bir durumdan daha çok modern hayata karşı duyarlı bir insan tepkisi olarak konumlandırıyor. Yaratıcı çalışmalar yoluyla depresif duyguları halka açık hale getirerek, depresyonun "sıkışmışlığı" hafifletilebilir ve neoliberal anlamda belki de belirgin bir şekilde "yararlı" olmayan, ancak kişisel olarak anlamlı ve onarıcı bir şeye dönüştürülebilir.


“Depresyon yalnızca akademide değil, doktorların, gazetecilerin, hastaların ve kişisel gelişim uzmanlarının sohbet programları, anılar, rehber kitaplar, gazetecilik, vasat tarih ve tıp anketleri gibi çeşitli biçimler ve yayın organları aracılığıyla fikir bildirdiği popüler kültürde de disiplinler arası bir olgudur. Birçok akademisyen gibi beni de motive eden, kültürel çalışmaların yaklaşımlarının kamusal söylemde daha belirgin bir rol oynadığını görme ve depresyonla ilgili birincil otorite olarak bilimsel uzmanlığa bir alternatif sunma arzum. (s.116)


Bu şekilde depresyonun, duyguyu, duygulanımı ve politik olanı bir araya getirebilen kamusal bir duygu haline geldiğini anlatmak istiyor. Cvetkovich'in, depresyonun hem tıbbi hem de kritik sosyal modellerinde var olan yatırımı sorgulamanın yanı sıra, kişisel olan daha iyi hissetme arzusunu dengeleyebilmesi önemlidir. Daha da önemlisi, bu yaklaşım depresyon deneyimini sadece bir yapı olarak konumlandırarak asla baltalamazken, yine de üzgün hissetmek, politik olmak ve iyileşmek gibi olağan varsayımlara da dikkat çekiyor.


“Depresyon, insanların egemen unsurlar olması gerektiğini söylerken bir yandan da yapacak çok fazla (veya çok az) şeyle onları bunaltmaya devam bir kültürün sinsi etkilerinin parçası olarak her yerde olabilir. Bu özellikle orta sınıf insanlar ve orta sınıf yaşama istek duyan yörüngede yaşayanlar için doğrudur.” (s.188)


Cvetkovich daha sonra bir alışkanlık ve onarım tartışmasının temeli olarak topluluk temelli queer ve feminist zanaat ve sanat alanlarına döndüğünde, zanaat ve halkın mutsuzluğunun temelini oluşturan bir "sıradan alışkanlık ütopyası" konusundaki dikkatli tartışmasında, beklenmedik bir umut duygusuyla baş başa bırakıyor okuyucuyu. Bunun nedeni, Cvetkovich’in depresyonu kabul etmeyi, tamamen yararsız bir yenilgi duygusu olarak kabul etmeyi, ihtiyatlı bir şekilde canlandırıcı bulmuş olmasıdır. Yavaş, alışılagelmiş ve uygulamaya dayalı düşünme üzerine yaptığı tartışmada, Cvetkovich’in depresyona girmesinin yalnızca ilerlemek zorunda olmak değil, kamusal ve özel benliğimizi şekillendiren duygular, sorular ve politik çelişkilerle hareket etmek olduğunu hissettiriyor. Travma, depresyon, yılgınlık, umutsuzluk durumlarında ortaya çıkan üretici ve dönüştürücü dinamiklerin altındaki enerjiyi de yaratıcılık olarak sunuyor. Yani kişinin bir çıkmazın içindeyken zihninde uyanan farklı düşünme, davranma ve üretme yöntemlerinin “zihne manevra kazandıran bir hareket formu” olduğunu düşünüyor. Daha da önemlisi, Cvetkovich’in arşivleri hem depresyonun sıradanlığı argümanını destekliyor hem de az teorik olarak daha araştırılmış kültürel alanlarla ve yöntemlerle eleştirel düşünme potansiyelini görmemizi sağlıyor. Cvetkovich, erken Hıristiyan teolojisini, travmada çağdaş tartışmaları, duygulanım teorisini, ev içi uygulamaları ve avangart film yapımını inceleyerek depresyonu kültürel alanda geniş bir yelpazeye yayıyor.


Cvetkovich’in kitabı, beşerî bilimlerdeki duygulanım teorisi adı verilen yeni bir düşünce okulu bağlamına dayandırarak duyguları- ya da Cvetkovich'in adlandırmayı tercih ettiği gibi hisleri- kültürel eserleri keşfetmenin ayrıcalıklı araçları olarak görmenin de mümkün olduğunu savunuyor. Önemli bulduğum bir diğer nokta ise, Aristoteles’ten bu yana çağlar boyunca farklı isimlerle adlandırılmış olan bunalım halinin çeşitli politik durumlarda ve toplumlarda değişkenlik gösterse de yerini koruduğu önermesi. Bu okuma ile kötü hissetme deneyimini bir acizlik veya iyileştirilmesi gereken bir sakatlıktan daha geniş bir yelpazeye yayıyor ve kötü hissetme deneyiminin kabulüyle, beraberinde açığa çıkacak olan (ileri gitmek, beklemek veya geri çekilmek dahi olsa) yeni davranış ve duygulanım biçimlerini heyecan duyarak gözlemleme arzusu uyandırıyor.




Depresyon: Toplumsal Bir His

Ann Cvetkovich

Sel Yayıncılık

Çev. Zeynep Ertan

325 s.

2021








Matkap'a Katıl

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

bottom of page